HAZIRAN2021 Zekeriya Şimşek
Baba olma sanatı...
Baba olma sanatı... Babaya sevgi, anne sevgisi kadar çok sık dillendirilen bir şey değildir. Baba, daha çok “saygı” sözcüğü ile ağırlığını hissettirir toplumsal hayatımızda. Baba disiplin/kural, anne koruma/kalkan demektir sözlüklerde yazmasa da. Dünyanın en zor zanaatıdır baba olmak; ancak, baba olunca anlarsın! Babalar, çocukları karşısında sevgilerini pek belli etmezler; en azından anne kadar belli edemezler. Baba imgesi, kolay tanımlanamayan bir kişiliktir; Devlet Baba dâhil. Cemal Süreya, karışıklığı netleştirir şair bakışıyla: Sizin hiç babanız öldü mü / Benim bir kere öldü kör oldum / Yıkadılar, aldılar götürdüler / Babamdan ummazdım bunu kör oldum. Güç simgesi olarak babanın ölümü çocuk nezdinde büyük bir yenilgi, içsel bir boşluktur… Franz Kafka, Babama Mektup’ta, bir babanın bir yazarın hayatını nasıl şekillendirip etkilediğini ortaya koyar. Babasıyla sorunları olmasına rağmen yine de aralarında sadece ikisinin fark edebileceği merhamet ve sevgi yansımaları vardır. Babasının her şeye rağmen yıllarca kendisine baktığını düşünerek kendini borçlu hisseder ve borcunu ödemek için dışarıda çalışmak ister; babası birçok şeyde olduğu gibi buna izin vermez. Baba baskısından kurtulma isteği Kafka’yı evliliği kutsamaya kadar götürür: Evlilik en geniş anlamda insanın bağımsızlığa ve özgürlüğe ulaşmasının güvencesidir. Ne yazık ki, iki defa nişanlandığı kadınla babasının engellemesi yüzünden evlenemez. Baba-oğul çatışması, hem dünya hem de Türk edebiyatının en başat konuları arasındadır. Kafka’daki çatışmaya, Oğuz Atay bir başka üslupla aynı isimdeki -Babama Mektup- öyküsüyle katılacaktır: Galiba biz, babacığım birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik, diyerek, babanın ölümünden iki sene sonra. Oğuldan babaya kuşaklar boyu süregelen değişmez yazgıdır bu. Fransız yazar Pierre Pachet, Babamın Özyaşamöyküsü’nde bu yazgıyı çözümler: Bir yandan, ne yitirdiğimi bile bilmiyordum. Bana yakın, belki de en yakın olan birini yitirmiştim. Ancak babamın içimdeki kökleri öylesine derin ve anlaşılması güç idi ki, anestezi altında cerrahi operasyon geçirdikten sonra kendisine gelip yavaş yavaş acısını hissetmeye başlayan ve “gerçekte ne yitirdim?”, “hangi organımı aldılar?” sorularına çevresinde kimsenin yanıt vermediği bir kişi gibiydim. Oğullarla babalar arasındaki çatışma aslında sonra ile önce arasındaki uyumsuzluktur; uygunsuzluk değil. Nâzım şair inceliğiyle konuyu tatlıya bağlar: Yalnız senin elini öpmek için / eğilir başım. Anneye göre daha az konuşur ya da hiç konuşmaz baba; hep içine atar, içinde biriktirir sevinci de hüznü de. En çok hüznü, acıyı, derdi, tasayı. Bir başka şair Hasan Hüseyin Korkmazgil, yaman tanığıdır bu gerçeğin: Gördüm babaların ağlamasını / Dalları düğüm düğüm / Gövdesi kahve falı / Bir zeytin ağacını köklemek var ya / Sökmek var ya sarp yamaçtan ardıcı / Kazma vurmak beş yüz yıllık meşeye / Acısını duymak var ya kopmanın / Babaların ağlaması işte o / Babaların ağlaması öyle zor. Hilmi Yavuz, Bulanık Defterler’inde naif bir bakış açısıyla arabulucudur: Baba düzyazıdır; anne şiir! Cennet annelerin ayaklarının altındadır kabul; babaya paspas muamelesi niye? İskele babası... Şam babası... Babalık vs. “Baba” imgesi, iki binli yılların kavramları ve değerleri altüst eden kasırgasından nasibini almışsa; yine de batıdaki karşılığıyla “biyolojik baba” değildir bizim babalarımız. Çok klişe bir cümle vardır; ……… anlatılmaz yaşanır, diye. Noktalı yere en yakışan sözcük/deyim “baba olmak”tır. Babanın “istiap haddi” gökyüzü kadar sınırsızdır. Ek iş değildir baba olmak. DÜNYA TARİHİNİN GELMİŞ GEÇMİŞ EN BÜYÜK GÜVEN MARKASIDIR “O”. Dünden bugüne çok şey değişti, yarın da değişecektir, fakat “Babasının oğlu” olmak, eşi benzeri yok bir güzellik olarak ilelebet yaşanacaktır. Atasözlerinden sonra ikinci uzak durduğum konu, özel günlerdir. Kapitalist ekonomiye can suyu faaliyetler der, geçerim; babayı ticari kurnazlıklara alet edenlere "Ayıptır," derim. Kendisine tahsis edilen gün, üzerinde eğreti durmaktadır: Haziran’ın üçüncü pazarı Babalar Günü. Sevgi/saygı 7/24, 365 gün vardır, olmalıdır, ihtiyaçtır... Öte yandan hediye almak/vermek güzeldir, hem de çok... Kafan estiğinde ama! Babam her şeyi biliyor; babam hiçbir şey bilmiyor; keşke babam olsaydı gibi laf cambazlıklarına prim vermem. Ben babamdan öğrendim hayatı: Yanılmıyorsan orta bir ya da ikinci sınıftaydım. Cumartesi, resmî tatil uygulamasının başladığı yıl. Ve ilk cumartesi babam beni işe götürüyor. Babamın kot pantolon dikim atölyesi vardı, Çankaya/Kale Arkası’nda. Cumartesi günleri yarım gün çalışılır, eve geliş öncesi Kemeraltı/Havra Sokağı’na giderdi, ben de yanında. Kot kumaşından diktiği, “içinde ne olduğunu göstermeyen” pazar çantası ile haftalık mutfak alışverişimizi yapardı. Filozofyayı mat eden, kulağıma küpe cümlesi eşliğinde: İnsanın kendi açlığını gidermesi mutluluk, ailesinin açlığını gidermesi huzurdur. Tüketim ahlakı ve adabı üzerine bundan daha ciddi eğitim olamaz. Can Yücel’e, Hayatta ben en çok babamı sevdim, dedirten gerçek. Tüm babalara selâm ile; Mutluluğun Ressamı Dianne Dengel’in tablolarındaki babalar gibi gülümseme hiç eksik olmasın yüzünüzden… En büyük baba, benim babam! İtirazı olan?